7.9.20

Entropi

“Bir hiçi hiçe vermekten başka anlama gelmezdi ölmek, ama duygu için düşünülemeyecek bir şey sayılırdı; çünkü bir hiç de olsa nasıl insan bilinçli olarak kendini hiçe verebilir, hem de yalnız boş bir hiçe değil, hiçliğini salt kavranılmazlığından alan fırtınalı bir hiçe.” Kafka

 “Kafka’nın insanlarında gittikçe bir ilgisizlik, farksızlık başlar. Entropi başlar yani.” Oğuz Atay

İşbu yazı bilinçli olarak hiçe verilememenin sonucunda ortaya çıkmıştır. Başlayalım.

Önce entropiye, sonra da entropinin bizde görünür hale gelen izdüşümüne, anlamına bakalım.

Termodinamiğin ikinci yasasıdır entropi. Fiziğin en temel yasalarından… Denklemsiz, formülsüz, “hocam bunlar gerçek hayatta ne işimize yarayacak?”sız anlatacak olursak; basit şekliyle düzensizliğin tek yönlü artmasıdır. Peki, düzensizliğin tek yönlü artması nedir? Diye sorarsak; daha da basit haliyle evrenin sonudur diyebiliriz.

Einstein “Her şey olabildiğince basit olmalıdır, daha basit değil.” diyor.  Başlı başına kaotik bir kelime olan düzensizliği, basit ama daha basit hale getirmeden “gerçek hayatla” örneklendirelim.

Elimize bir buz alalım. Bir süre sonra buzun eriyip suya, suyun da zamanla buharlaşıp gaza dönüşeceğini biliriz. Gaza göre düzenli yapıdaki sıvının ve sıvıya kıyasla daha düzenli yapıdaki katının, bu olağan karşıladığımız dönüşümü, düzensizliğin artması olayıdır. Entropidir.  Burada sonuç hep sabitken; açık ve kapalı sistemlerle değiştirilebilir olan tek şey zamandır. Kaçınılmaz olan gerçekleştiğinde, yani elimizdeki buz eridiğinde, elimizi artık aynı şekilde ne kadar tutarsak tutalım, su tekrar buza dönüşmeyecektir. Bu da tersinmezliktir. Geriye dönüşsüzlük. 

Evet, su tekrar buza dönüşmeyecektir. Fakat suyun bile akışına, yani gerçeğine karşı gösterdiği, bilimsel ifadesiyle“viskozite” diye adlandırılan bir direnci varken; bu geri dönüşsüzlüğe, görülene, akla, bilince karşı, bu yolda galip sayılan mağlubiyetin bizdeki adı neydi?

Kafka’nın insanlarındaki hiçe giden yolu, ilgisizlik ve farksızlık olarak tanımlayan, entropiyi gören Oğuz Atay, yine; Kafka romanlarının meşhur kahramanı K.’nın, olumlu, ümitli, savaşı kazanamayacağını bildiği halde savaşır olduğunu ve bu savaşın asil bir savaş, ümitsizliğe ve entropiye karşı bir savaş olduğunu, bunun da derin bir sezgi ile olduğunu söylüyor.

Bize de avucumuz donarken buzu tutturan, işte o derin sezgiydi…

Duyumsamaydı, kavrayıştı, izlenimdi.

Yıllar sonra görülen bir şharkondu mesela.

Dedemin “wulan nereden buldun onu? Deyişiydi. Şimdi bana aydınlık olan, O’nun kapanan gözlerinin parlayışıydı. Unutuşuydu, hafızam olan. O’nun başına saramayışıydı benim hep omzumda kalan.

Bazen, kapısı körelmiş bir evin bahçesindeki meşeydi, bazen de balkonuna asılan üç koçan mısır. Kimi zaman meşeden esen rüzgârla, kimi zaman da dalıp seyredilen mısırla akla gelen, içe çekilemeyendi. Kokuydu… Kulak arkası yapılıp takılan beyaz bir tülbetin kokusu... Takanın, elleriyle yaptığı mısır pastasının kokusu…

Renkti, siyah beyaza dönüşen. Sesti, sessizliğe bürünen. Sözdü, kelimeydi, anlamdı. Anlayıp, konuşulamayandı. Boğazı düğümleyendi, yutkunuştu, suskunluktu. 

Dilimiz, kimliğimiz, hafızamız, düşüncemiz, köklerimiz, aidiyetimizdi.

Bizdik.

Bizdik savaşı kazanamayacağını bildiği halde savaşan, bizdik eli üşürken, ruhu eriyen.


-mızağe dergi 1. sayı-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder