26.4.15

ses

Gözlerini açtığında yüzü özensizce şampanya rengine boyanmış duvara dönüktü.
Oldum olası nefret etmişti bu renkten.
Tüm güzel şeyleri soğuran, yok eden bir renkti ona göre...
Uzunca sayılabilecek bir süre sadece duvara baktı. Duvarın gök mavisi boyalı halini hayal etti. Daha sonra da yeşili... Ama uyanışının asıl sebebi ne yeşildi ne de mavi.
Safi bir sesti.
Gözlerinin karanlığa alışmasıyla aydınlanan odadaki kuzineyi gördü.
Kuzineyi hatırlatacak tek şey kuzinenin kendisiydi.
"Acaba köze dönerken devrilen bir meşe kütüğü müydü?" dedi.
Ama kuzineyi hatırlatacak tek şey yine kuzinenin kendisiydi.
Ne bir ses vardı ne de sıcaklık oluşturacak bir kızıllık.
Yattığı kanepenin ahşabını kemiren kurdun ve yanıbaşındaki dikdörtgen mavi sehpanın üstünde iki civcivini beslermiş gibi yapan tavuklu saatin sesi değildi.
Üstelik aynı saat gösteriyordu, uykunun hayrının tükenmesine, "hayrun minen nevm" denmesine neredeyse daha iki saat olduğunu.
Felahın sesi de değildi.
Boğazı tıkanmış gibiydi. Soğuk odaya verdiği nefesinde sıkıntısı vardı. Zoraki bir şekilde yutkunurken kısılan gözlerinde de memnuniyetsizliği...
Hepsini gördü. Hepsini tanıdı...
Ama o gece, o odadaki, o ses; bir ilkti.
Her dağılan rüyanın ardından onu bekledi.
O ses, o günden sonra tekrar gelmedi.
Gelmeyeceğini bildi.
Her uykuya dalışıyla bir canı değil, bir hayali karanlığa gömdü.
Kırılmadıysa da tanıdı umudun bükülüşünü.
Ve bildi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder