16.10.13

silik bir iz kaldı

Önce muslukları açtı…

Pası gidene kadar akıttı suyu. Su akarken dolaştı odaları. Ölümden öte kalanlara bakındı. Gezindi elleri soğuk eşyalarda. Giyenlerini öperken kapanan gözleri bu sefer onlara ait giysileri koklarken kapandı.

Soğuktu eşyalar.

Çukurlaşmış bir yastıkta aradı birkaç saç telini. Ve aradıkça derinleşti yastığın çukuru. Kabir derinliği oldu.
Belki alındı, belki alınmadı, belki de birkaç kalemi unutulmuş, bozuk bir yazıyla yazılmış bir alışveriş listesi buldu çekmecenin tekinde. Cüzdanına koydu karbonatın da sipariş edildiği listeyi almak üzere!
Tekrar mutfağa geçti ve akan muslukları kapattı. Porselenlerin içinde kalmış birkaç melamin tabağa dokundu.

Tat aradı. 

Kuzine mutfağın yanındaki odadaydı ve uzun zamandır yanmıyor, üstündeki çaydanlık da bir o kadar zamandır kaynamıyordu. Halının bir yerinde kanepeden dökülen ahşap tozları öbek oluşturmuştu. Onu sabaha karşı uykusundan uyandıracak kurdun marifetiydi bu. Bir süre tozlara baktı, sonra kalkıp sobayı yakmak için çakmak aradı. Gereken zamandan biraz daha uzun sürdü çakmağı bulması. Onu ararken de kimi sayfaları karalanmış bir defter buldu. İçindekilere göz gezdirdi, lüzumsuz gördüğü sayfaları koparıp kuzineyi yaktı. Hiçbir duvar soğuk kalmasın istiyordu. Ihlamur koydu çaydanlığa. O akşam içmediyse de kaldırmadı ateşten. Kaynasın istiyordu.

İstiyordu ki ıhlamurun tüm kokusu yayılsın evin yalnızlığı üstünde.

Dolaştı odanın içinde. Elektriği vardı ama ilaveten  mum da yaktı. İki yıl öncesinin mayıs ayında kalmıştı duvardaki takvim. Getirdi içinde bulunduğu güne. Tahta döşemenin gıcırtısını dinleyerek attı adımlarını. Her adımda daha dikkatle dinledi. Gitti günün yaprağını da kopardı. İki yıl evvelin yarınına getirdi tarihi. Her yerinde gezindi odanın,  kendisiyle kalabalıklaştı. Gürültüsü arttı.

Dokundu duvarlara hala soğuktu.

Balkona çıkmadan evvel kanepeye yatağını serdi. Soğuk yorganın ısınması içindi… Sessizliği dinledi yazın diktiği nar fidanına bakarken. Nar ayıkladı birkaç dakika hayalinde. Kızıllık vardı o gece gökyüzünde ve o kızıllığa verdi havanın bu kesmeden kanatmasını. 

Bir solukluk nefesin bin çekişte gelmesini.

Uyumadan önce düşündü; közü karıştıran demir çubuğu, imamesi kaybolan tesbihi... Birkaç yerinden kırılmış rahleyi düşündü. Fitili yağın içine kaçmış gaz lambasını ve camındaki isi düşündü. Duvarla birlikte boyanmış prizlere baktı. Onları ve şampanya rengi moda olmadan evvel boyanmış yeşili, gök mavisini düşündü. Tutmayan, düşük kapı kulpunu, baca deliğini kapatan, hamurla yapıştırılmış saman kağıtları düşündü.

Düşündü yutkunmayı zorlaştıran, boğazı düğümleyen şeyleri…

Bayramdan bayrama açılan kapılarını… Ve o kapıya astığı dört beş koçan mısırı düşündü. Kendince "mısırımız ve yenilecek mamursamız var, bitmedi!" demekti bu. Mamursayı iple kesen kalmasa da içinde bulunduğu ruhun savaşını düşündü. Bayram kahvaltısında olmayacak sesleri, içinde aç kalacak bir şeyleri, bir yerleri, tarifsizleri düşündü.

Epey sonra uyudu.

Ama silik bir iz kaldı yüreğinde, gözyaşı geçen bir yanağın tuzluluğu kaldı.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder