Ihlamur bir sonbahar gecesinde yıkıldı.
İçten içe kurt yemiş. Yağmurun ardından gelen fırtına da tuzu
biberi olup devirdi gitti koca ağacı…
Eskiler; ağacın meyvesi üstünde kalırsa ağaç küser, ertesi sene
vermez derler. İki bin sekiz’den beridir küs bize karadut.
Atımızı sattığımızdan beri, dedemi kara toprağın altına koyduğumuzdan
beri…
Durduramıyorsun zamanın elinden avucundan kıymet verdiklerini bir
bir alıp götürmesini.
Sıkamıyorsun yumruğunu.
Ki sen; haziranın temmuzun sıcağıyla değil, gece üstüne çiy düşerken
bahçende yaktığın ateşle ısıtıyorsan ruhunu, zordur bazı şeyler. Ve daha da zorlaştırır
durduramadığın zaman…
Ama içlerinden en zorudur yok olmak; kireç badanalı duvarlarda
kırlangıç yuvalarını görenlere, kelebek kilitli ahşap pencere denizliklerindeki
arı peteklerini bilenlere, tulumbadan su içenlere…
Acıdır; ferik elmasının kokusunun yerine koku bulamamak, gür
sesinden eser kalmayan, kurudu kuruyacak derenin kenarına oturmak...
Ve acıdır tüm bunlara Çerkes
şairin şiirinden aklında kalan son mısrayı mırıldanmak:
“Küstü, öldürdü kendini su... Su çürüdü...”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder