Beyazlaşan saçları aydınlığımız olan adama yazdığım
ikinci mektup bu. İlkini dört yıl önce kendi doğum günümde yazmıştım. Ama ona
veremedim. Kalemim dilsizi, kağıdım amayı oynadı. Hiç yazılmamış gibi saklı
kaldı bende. Bunu onun doğum gününde yazıyorum. Ve bu sefer biraz daha farklı…
Dedeme ilk kez askere giderken sarıldığını
söylemişti bana, beni o kadar bekletmedi.
Yaşayamadığı, içinde ukde kalan ne varsa bende
görmek istedi. Zamanın Galatasaraylı kalecisi Yasin’in ismini verdi… Tuttuğu
takımı tuttum fakat maalesef top koşturmakta beklentilerini karşılayamadım.
“Zenginler şişko mu olur?” diye sorduğum zaman,
habire ücretsiz izine çıkartan fabrikasındaki işinden daha zordu bu soru onun
için… Şişko ve zengin değildi ama bizim için nefsini kıran, ailesi kimseye
imrenmesin diye kimi duygularını yıkan güçlü biriydi…
İmkânsızlıkların arttığı günlerde Sapanca sahilinde
açtığı seyyar tezgâhta gizliydi 20 küsur yıl önce sorulan sorumun onurlu
cevabı.
Herkese üç köftenin düştüğü masada o et sevmeyen
olur. İstihkaka düşen sayı artsa da o her zaman doyurmakla doyan, ufak bir
tebessümle beslenendir. Durum salt ekonomiye bağlı değil aile reisliğiyle
alakalıdır.
Dediğim gibi, dedemin seni beklettiği kadar
bekletmedin beni baba… sen bazı engelleri aştın. Ben nedenini bulamadığım,
içimden gelse de eyleme dökemediğim bazı şeylerin beni hala engellediğinin
farkındayım. Ve bilmiyorum o duvarı yıkabilir miyim?
Bekliyorum… Senin kadar fedakar olabilirsem, senin
sevdiğin gibi sevebilirsem eşimi ve çocuklarımı belki de kendiliğinden yıkılır
o duvar…
Allah bize eksikliğini hissettirmesin. İyi ki
varsın. 01nisan’13
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder